Friday, 4 February 2011

Başarı mı Azimden Doğar, Mutluluk mu Başarıdan Doğar?

Küçüklüğümle ilgili çok az şey hatırlarım. Belki de çok fazla zaman geçtiği içindir.  Ama bazı film şeritleri var ki, hiç unutmuyorum, onlar işte Haz’larım.
Kırmızı kurdele aldığım anı hatırlıyorum. Çok sevgili, güzeller güzeli öğretmenimin biricik öğrencisi olma hedefim vardı. O kurdeleyi almak için çok çalışmıştım. Öğretmenimin sözlerini hatırlıyorum: “Hadi Fulya’cım, şu satırı da okursan kurdeleyi alacaksın”. 50 kişilik sınıfımızda, ben 6 yaşında, 2. kişi olmuştum o küçük kırmızı kurdeleyi alan, içimde sevgiyle.
Yine birinci sınıfa ilk başladığımda, bir türlü doğru söylemeyi beceremediğim o harfi hatırlıyorum: ”ğı”. Annem, bu konuda ne kadar üzüldüğümü bilip, öğretmenime gizlice söylemiş: “Fulya’nın böyle bir sorunu var, lütfen ona bunu hissettirmeyin”.  Biliyor tabii, içimde ne büyük savaş verip, bunu düzeltmeye çalıştığımı. Babamla her gece çalışıyoruz “ğğr”, “ğrr”….Okul enteresan bir büyüye sahip, yıllarca söyleyemezken, 4-5 gün içinde becerivermiştim :“rrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr”…, içimde sevgiyle.
Beşbuçuk  yaşında, denizin ortasında, kuzenimin, küçük botlarından beni suya atıp, küreği çekip “hadi bana yetiş” demesiyle yüzmeye başlamam.., yüzümde gülücükle.
Sonraki yıllar, okulun başarılı voleybol takımının küçük bir üyesi olabilmem, ailemizin okul okuyabilme konusunda yüz akı seçilmem, matematik sevdamın getirdiği güzellikler, aldığım teşekkürnameler, egom sayesinde kazanamadığım üniversite sınavından sonra aldığım dersler- yaptığım yeni hedefler, bitmeyen mücadeleler... Sonuçta, elimde kalan koca tecrübeler.
Bunların sonuncusu Yüzme tecrübem oldu. Çok sevdiğim ve bireysel olarak yaptığım bu sporun, şirketimizde bir takımlaşmaya gittiğini öğrendiğimde başvurumu yaptım. Seçmelerde ve sonrasında anladım ki, bir sporu bireysel yapmakla – takım olarak çalışmak arasında dağlar kadar fark var. Yılmadım…Yavaş olabilirim diye başlayıp,  elimden geleni yapmaya çalıştım- devam  da ediyorum. Hırsın değil, ama azmin ve yeteneğin götürdüğü yere kadar. İçimde sevgiyle, keyifle.
İlk, kendimi kendime kanıtlayacağım olay, Boğaz köprüsünü Kanlıcadan atlayıp- Kuruçeşmeden çıkmak suretiyle, geçmek olacaktı. Heyecanıma diyecek yoktu. Hem de ne heyecan(!). Bir hafta boyunca yüreğim yerinden çıktı çıkacak.. Hele son bir saati aşmak mümkün değil. Tek avuntum, suya atlayınca her şeyin biteceği idi. Hani heyecan iyidir, oyuncu sahneye çıkınca tüm heyecanı bir başarıya dönüşür  ya, ben de öyle bir şey bekliyorum…..Ama öyle olmadı….400 kişi aynı anda suya atladı ve benim kollarım, beynime yenik düştü. Ne olduğunu kavrayamadım: Ben nerdeydim, ne yapacaktım, burayı yüzmek mümkün müydü, çok kişi var – aralarında ezilir miydim (boğulur muydum), bu yol biter miydi…daha onlarca soru, beynimde uçuştu durdu. Bunların uçuşmasından, yapmam gereken şeyi unuttum ve kolay yolu seçtim, “beni çıkarın” dedim….Hüzünle,pişmanlıkla.
O kolay yol, bir süre daha beni etkisine aldı.Bunun adı fobi oldu. O yaşadığım ise, egoya yenilmekti.
Ego yu bir tarafa atıp, tecrübe yaptım. İlk hedef: Fobiyi yenmekti, ona zorladım kendimi. 4 ay sonra, belki de daha zor bir parkur olan Alanya Kalesi maratonuna katılmayı istedim.
Heyecan yine vardı, ama elimde başa çıkacağım sopalarım da vardı. En azından öyle umuyordum.
Yarışmacılar çok daha zorlu,28 kişilik bayanlarda sadece  4 Türk kızı vardı. Bu çok iyi yüzücüler arasında benim ise bir tek hedefim vardı: maratonu bitirmek.
İlk atlayış, diğerine göre daha sakin ortamda olduğu için, heyecanım tavanlara çıkmaz diyordum. Yine de olan oldu. Aklımdan yine onlarca bahane, soru, geçti durdu. Ben de hemen sopalarımı çıkardım: “Seninle aynı durumu yaşayanlarla konuştuklarını hatırla- yapamayacağın bir şey yok. Eğer şimdi sudan çıkarsan bu korku, içinden çıkılmaz hale gelebilir. Bir iki kulaç sallasan ne olur ki,  sanki adada denizin içinde büyümemiş gibi” vs. vs…
10 dakikalık savaştan sonra, ilk kulacımı salladım. Sonra ikinci ve diğerleri. Ha ha, yüzüyor muyum ki, öyle gidiyorum işte, otomatiğe bağlamışım gidiyorum. Herkesin gerisinde kalmışım, tek kalmışım, ama  yüzüyorum ya, kimse keyfimi bozmasın. Arada tekneleri ve jetski’leri görüp gerilirken, güvenlik botlarına sesleniyorum. Botta, maratonu yarım bırakan bir yüzücü şevkimi kırmaya çalışıyor, “başınız dönüyor mu” – “hayır”, “mideniz bulanıyor mu” – “hayır , gayet iyiyim”…”siz yarışı 2 saatten önce bitiremezsiniz hanımefendi”..”evet , olabilir”…Be adam, kaç Türk katılmış ki zaten,gazı ver de bırak, bitirecek bu kız belki..Sonra birkaç kişiyi yakalamanın verdiği huzurla, artık o mavi denizde yüzmenin tadını almaya başlıyorum, çok diplerde birkaç balık görüyorum. Finish’i gördüğümde , 2 saat 25 dakika sonunda ayağımı kuma basarken bacaklarım titrediğinde, sonuna kadar hevesle bekleyen seyircilerin ve sevgili arkadaşlarımın büyük bir merakla  beni beklediklerini gördüğümde, çaktırmadan ağlamaya başlıyorum: Gerisinde bırakmış 4 erkek yarışmacı, sonuncu bayan yarışmacı, ama kendi içinde anlatılmaz bir mutluluğu yaşamış biri olarak .
Ya bunu da başaramasaydım diye düşünüyorum, zaman zaman. Ama sanırım, bunu yaşadıktan sonra düşünmek daha iyi:)
EGO YU AT – TACI KAP,
HEDEFİNİ TUTTUR HAZZI DUY,
TUTTURAMAZSAN DA DERSİNİ AL-MUTLU KAL.
Yarışlarım hep kendi içimde  oldukça, sonuçları unutulmaz. Başkalarıyla olunca acı verici, içini kemiresici. .Tacımı kendim takıyorum, hazzımı alıyorum,kendime güveniyorum, neler yapabileceğimi görüyorum, yapamadıklarım için savaşıyorum, olmadı kabulleniyorum ve yeni yollar arıyorum.. Belki bazen yavaş yol alıyorum, ama kimse bana dur demesin.

Sevgiyle kalın.

No comments:

Post a Comment