İlki Randy Crawford , Natalie Cole....Randy'cik biraz zum çıktı sahneye. Onu kolundan tutarak getirip, oturttular. Ama sebebi belli ki sağlık problemleriydi.Sonradan anladım ki, tek sorun bu değil; çünkü hatun kıkır kıkır gülüyor şarkıların ortasında... Güzelim Almaz şarkısını yarım yamalak söyledi. Ben konserlerde,sanatçıların, şarkılarını orjinal bant kayıdındaki gibi söylemesinden hiç keyif almam. Tamam Randy öyle yapmadı, ama şiir okur gibi söyledi, yuvarladı bana göre...Sanki evinde arkadaşlarıyla beş çayında oturmuş, Joe'yu piyanoya oturtmuş, şarkı söylüyor gibiydi (siyah jarse giyimiyle).Joe Sample, durumu toparladı sonuçta .. Değişik bir yorum diye düşünüp, Natalie'yi bekledik.
Natalie Cole, yeşil elbisesi ile, fiziği-hareketleri ile inanılmaz zarif ve hoştu.Ben 45 yaşında mı/50 var mı diye düşünüp, hemen wikipedia'ya baktım. 1950 doğumlu olduğunu görünce şok oldum. Performansı çok iyiydi. Sadece babasını çokça kullanması biraz rahatsız ediciydi, belki de çok sevdiği için her konserinde onu yaşatmak istiyor, bilemiyorum(?). Bir de, benim için hard bir caz oldu, klasik caz 3.şarkıdan sonra biraz ağır geliyor bana. Back vocal'leri daha çok kullanmasını da tercih edebilirdim. Taa ki, Neil Young'dan "Old Man" 'i söylemeye başlayıncaya kadar; "ohh işte budur" diyordum ki, o da son parçası oldu:)
Diğer konser 15 Temmuz'da Mujeres de Agua (Suyun Kadınları) idi. Biz daha çok Buika'yı dinlemek için gitmiştik işin doğrusu. Ama konser düşündüğümüzden daha enteresandı. Çünküsü çok:
1.si, çapkın bakışlı productor Javier'nin tarzını Balık Ayhan'a benzettim. Flamenkoyu, piyano,davul,kanun'la birleştirerek farklı bir caz havası yaratmıştı. Aslında bunu sevdim.
2.si,Flamenkoyu (dans olarak) çok sevmeme rağmen arka arkaya iki Flamenkocu biraz baydı. Javier Limón gerçekten komik bir adam, her sanatçıyı takdim ederken "Best best singer" diye hitap etti. Hangisi "Best" emin olamadık; artık seyirci, 4. sanatçıda yine aynı sözleri duyunca gülmeye başladı, kendisi de güldü tabii.
Sonrasında, vokallerden birisi Aynur Doğan idi. İspanyolca ardından Aynur'un Kürtçe söylemesi çok doğal geldi. Ama 4bin kişiyi bulan salonda, 2. ve. 3.şarkıda da Kürtçe söylemesi huzursuzluk yarattı. Ben salonun bir ucunda kimin ne söylediğini çok iyi anlayamadım, ama huzursuzluk herkesin içine girdi, onu görebildim. Birkaç kişinin, ayağa kalkıp yüksek sesle bağırması üzerine, en az 50-60 kişinin inanılmaz bir hızla konserden çıkışlarını izledim... Bu, beni çok düşündürdü...Ne kadar korku ile yaşadığımızı hissettim.Korku ile yaşamanın ne kadar zor olduğunu , dünyada yıllarca bitmeyen savaşları ve buradaki insanların bununla nasıl başedebildiğini, bunu becerenlerin ne kadar güçlü olduğunu düşündüm...İşte bir konser 3 dk içinde bu kadar şey hissettirdi...Bu duyguyu çokça yaşamak istediğimi sanmıyorum.
Gerginlik ardından, garibim Buika çıktı. O ortamda, onun da söylediğinden kimse pek birşey anlamadı. "Eğer siz bana eşlik edemeyecekseniz, ben onlarla söyleyeyim" diyerek, biraz sitem etti. Sonrasında seyirci toparlamaya başladı.
En son sanatçı(best best best:) ) Israil'den Rita, bayağı kıvraktı (!), iyice havaya soktu herkesi. İşte bizim halkımız oynama olunca, hemen değişiveriyor. Ama, ben artık caz konserinde olduğumu unutmaya başlamıştım, kendimi artık dışarı attım.
Hareketli bir caz haftasından sonra, bu hafta biraz tatil planı yapma zamanı...
Müzikle kalın.
No comments:
Post a Comment